Ruanda Soykırımı: Bir Trajedinin Kökleri ve Sonrası
KİGALİ, 22 Nisan (Xinhua) — Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame ve eşi Jeannette Kagame, 7 Nisan’da Kigali Soykırım Anıtı’nda düzenlenen bir törende anıt meşalesini tutuşturdu. 30 yıl önce yaşanan trajediyi hatırlatan bu ateş, hüzünlü bir anı olarak 100 gün boyunca yanacak.
Ruanda, 7 Nisan 1994 tarihinde, çoğunluğu Tutsilerden oluşan yaklaşık 1 milyon Ruandalının üç ay içinde vahşice yok edilmesiyle karanlığa gömülmüştü. Hutu milisler, aralarında çok sayıda kadın ve çocuğun bulunduğu sivil Tutsilere karşı dayak, işkence, tecavüz ve cinayetten oluşan bir terör dalgası estirmişti.
Aynı dili ve dini paylaşan Hutu ve Tutsi topluluklarını birbirinden koparan soykırımın kökleri Batılı güçlerin sömürgeci politikalarına uzanıyor. Tefrika tohumları, sömürgeci “böl ve yönet” planıyla atıldı.
BİRBİRİMİZDEN FARKIMIZ YOK
Afrika’nın kalbinde yer alan Ruanda, “bin tepeli ülke” olarak biliniyor. Ülkenin nefes kesen manzaraları, durgun göllerle süslenen inişli çıkışlı tepeler ve gür bir yeşil örtüyü besleyen, kıvrılarak akan nehirlerle bezeli.
Hutu ve Tutsi toplulukları, önde gelen etnik gruplar olarak uzun yıllar boyunca bir arada yaşamış. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan Hutular temel olarak tarımla uğraşırken, kayda değer büyüklükteki bir azınlık olan Tutsiler ise geleneksel olarak hayvancılıkla geçiniyor. İki topluluk nesiller boyu iç içe geçmiş, karma yerleşim bölgelerinde yaşamış ve evlilik bağları kurmuş.
Ruandalı siyaset analisti Jean-Baptiste Gasominari, “Sömürgeciler gelmeden önce Ruandalılar tam bir uyum içinde yaşıyordu. Hutular, Tutsiler ve Twalar toplum içinde kendi rollerini oynuyordu” diyor.
19. yüzyılın sonlarında ilk olarak Almanlar ve sonrasında Belçikalılar olmak üzere Avrupalı sömürgecilerin bölgeye gelmesiyle, Ruanda’nın kaderi keskin biçimde değişti. Irksal sınıflandırma hilesine başvuran sömürgeciler, iki etnik grup arasındaki uzun süreli uyumu paramparça etti.
Kusurlu bir tertiple kendilerini Afrikalılardan üstün sayan Avrupalılar, kendilerine daha yakın fiziksel özelliklere sahip Tutsileri “üstün ırk” olarak kabul edip, onları yönetimde vekil tayin etti.
Sınıflandırma ve kontrol arayışındaki Batılı antropologlar, yerli nüfusun kafataslarını, yüz hatlarını ve beden tiplerini incelemeye aldı. Burnun uzunluk ve genişliği gibi küçük farklar, etnik belirleyici olarak algılanıyordu. Bunun sonucunda Belçikalı sömürgeciler, 1933 yılından itibaren Ruandalıların kimlik belgelerinde “Hutu” ya da “Tutsi” olarak ayrılacak şekilde etiketlenmesini dayattı.
Kendisi de Tutsi olan dönemin Ulusal Meclis Başkan Yardımcısı Laurent Nkongoli, Amerikalı yazar Philip Gourevitch’e verdiği demeçte, “Birbirimizden farkımız yok. Biz bile birbirimizi ayırt edemeyiz” diyor ve bir Hutu yerleşim yerindeyken kendisine “onlardan biri” gibi davranıldığını söylüyor.
Ruanda Yerel Yönetim İdareleri Birliği Genel Sekreteri Ladislas Ngendahimana ise, “Hutular ve Tutsiler bir zamanlar sosyal sınıfları temsil ediyordu ancak sömürgeciler bu kimlikleri siyasi araçlara dönüştürdü” diyor.
SÖMÜRGECİLERİN YARATTIĞI TEFRİKA
Sömürgeci yönetim Ruanda’da sistematik olarak Hutuları baskılarken, Tutsileri ise askeri ve siyasi alanlarda ayrıcalıklı muameleye tabi tuttu. Tutsi üstünlüğü zorla kabul ettirilirken, Hutu liderleri değiştirildi ve Hutu gençlerin eğitim olanakları kısıtlandı.
Gasominari, “Sömürgeciler bölünmeyi körüklemekle kalmadı, bölünmeyi yaratan bizzat onlardı. Sömürgecilerin, birlik ve barış içinde yaşayan bir ülkenin kökünü kazıması çok zor. O nedenle Afrika ülkelerini böldüler, bizleri zayıflattılar ve madenlerimizle altınımızı alıp götürdüler” diyor.
SÖMÜRÜLENLER BİRBİRİNE DÜŞMAN EDİLDİ
1959 yılında Hutuların kızgınlığının Tutsilere karşı şiddete dönüşmesiyle Ruanda’da “sosyal devrim” patlak verdi. Aralarında 2 yaşındaki Paul Kagame’nin de bulunduğu yüz binlerce Tutsi sürgüne gönderildi.
İktidar üzerindeki kontrollerini kaybeden Belçikalı yetkililer ise Hutulara destek vererek 1960 yerel seçimlerinde ezici bir zafer kazanmalarının yolunu açtı.
1962’de bağımsızlığını elde eden Ruanda’nın yeni hükümeti, Tutsileri siyasi arenadan çıkararak, yüksek eğitim almaktan ve kazançlı işlerden men etti.
1994’teki soykırımda hayatta kalan bir Tutsi olan Jacqueline Mukamana, kendi kimliğinin farkına vardığı anı şöyle anlatıyor: “Okulda Hutu çocuklarını kayıran politikalar yüzünden ayrımcılığa uğrayana kadar Tutsi olduğumun farkında değildim.”
Uganda’dan gelen sürgün edilmiş Tutsilerden oluşan Ruanda Yurtsever Cephesi (RPF), Ekim 1990’da Ruandalı hükümet güçleriyle çatışarak ülkeye dönme ve Ruanda vatandaşı olarak tanınma hakkı talep etti.
Çatışmalar tırmanırken, dış aktörlerse durumu daha da karmaşık hale getirdi. Afrika’da nüfuz yarışında olan Fransa, Fransız yanlısı Hutu yönetimine destek vererek Tutsi güçlerini püskürtmeleri için silah ve eğitim sağlarken, Tutsiler ise Uganda gibi eski İngiliz sömürgeleriyle yakın ilişkiler içindeydi.
6 Nisan 1994’te Ruanda’nın Hutu Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana ve Burundi Devlet Başkanı Cyprien Ntaryamira’nın Kigali Havalimanı yakınlarında bir uçak kazasıyla trajik bir suikasta uğraması, Ruanda’da barut fıçısına dönen çatışmanın fitilini ateşleyerek ülkeyi en karanlık döneme sürükledi.
YÜKSEK AĞAÇLARI KESİN
Devlet başkanının uçak kazasını takip eden kaotik günlerde, aşırılık yanlısı Hutular vakit kaybetmeden kontrolü ele geçirip geçici bir hükümet kurdu. Ordu birimleri ve Hutu milisler Kigali genelinde yollara barikatlar kurarak insanların kimlik kartlarındaki ırksal sınıflandırmaları teftiş etmeye girişti.
Ardından organize katliamlar başladı. Tutsileri “hamam böcekleri” olarak niteleyip düşmanlaştıran ve Hutuları “yüksek ağaçları kesmeye” çağıran Bin Tepe Özgür Radyo ve Televizyonu’nun (RTLM) zehir saçan yayınları her yeri sardı.
ULUSLARARASI TOPLUMUN İHANETİ
Kagame önderliğindeki RPF’nin Temmuz 1994’te önce Kigali’nin, daha sonra da tüm ülkenin kontrolünü ele geçirmesiyle 100 günlük trajedi sona erdi.
Ruanda, soykırımı takip eden zorluklarla boğuşurken sömürgeciliğin yankıları ise tüm Afrika kıtasında yansımaya devam ediyordu.
Ngendahimana, sömürge yönetiminin getirdiği bölünmenin Afrika ülkelerini kötü etkilemeye devam ettiğini söylüyor. Ngendahimana, “Kendi değerlerimizi, dilimizi ve kimliğimizi reddetmek ve yabancı bir kimliği kabul etmek zorunda bırakıldık. Bu sömürgecilik mirası ise Nijerya, Kamerun, Somali ve Sudan gibi Afrika ülkelerinde çatışma ve savaşları tetikledi” diyor.
KÜLLERİNDEN DOĞMAK
Ruanda son yıllarda istikrarlı siyasi ortam, güçlü güvenlik ve şeffaf yönetime bağlılık sayesinde dikkate değer bir ekonomik ve sosyal kalkınma gerçekleştirdi.
Dünya Bankası verilerine göre, Ruanda ekonomisi 2009-2019 arasında yıllık ortalama yüzde 7,2 oranında olağanüstü bir büyüme ve kişi başına gayrisafi yurtiçi hasılada yüzde 5’lik artış kaydetti. Kigali, 2008 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Programı (UN-Habitat) Onur Parşömeni Ödülü’nü alan ilk Afrika kenti oldu.
Güney-Güney işbirliğinin güçlendirilmesi, Küresel Güney’in bir üyesi olan Ruanda için dış ilişkiler açısından önemli bir doğrultuyu temsil ediyor. Ruanda’nın dönüştürücü inovasyonlarını küresel ortaklara sergilemek ve kalkınma arayışındaki gelişmekte olan ülkeler arasında etkileşim ve işbirliğini güçlendirmek amacıyla 2018 yılında hükümet tarafından finanse edilen Ruanda İşbirliği İnisiyatifi kuruldu.
Ruanda, Çin’in önerdiği Kuşak ve Yol İnisiyatifi’ne 2018 yılında dahil oldu. İstatistiklere göre Çinli işletmelerin inşa ettiği karayolları, ülkedeki tüm yolların yüzde 70’inden fazlasına tekabül ediyor. Bu yollar, denizle bağlantısı olmayan Ruanda’nın ekonomik ve sosyal kalkınmasının atardamarları haline gelirken, ülkeyi diğer komşu ülkelere bağlıyor.